Kucağımda tuttuğum bir çanta düşünün, çok ağır, bacaklarıma ekstradan sıcaklık da veriyor, hava da çok sıcak, gereksiz bir yük işte, yan koltuk da boş, ama başka insanların hakkını yememe endişesi altında tetikte olup kucağında tutmak. Ne kadar ince (!) bir düşünce değil mi, başka insanlar geldiğinde ayakta kalmasın, ben onlar istemeden yer açayım. Yolculuk devam ediyor, aslında diğerini çok düşündüğümden mi, yoksa o yükler benim bir noktada desteğim mi? Hem ağırlık veriyor hem de kolumu üzerine koyup ağırlığımı veriyorum, ben onu kucaklarken o da beni kucaklıyor. Onun ağırlığını alırken kendi ağırlığımı da ona veriyorum.
Bu hayatta hep bişeylerin yükünü taşıyan insanlar vardır, bazen yükleri birileri yüklemiştir sırtlarına bazen de o insanlar alırlar o yükleri. Birileri mi yükledi, kendi mi yüklendi bilinmez, bazen kişi bir yükünün olduğunun farkında bile olmaz, bazen ise farkındadır o kadar farkındadır ki kendini tarif ederken o yükü tarif eder. Bugünkü konumuz o yükün farkında olan kişiler. Farkında olup eyleme geç(e)meyen kişiler. Hadi biraz onlara bakalım, onların içinde hepimiz varız, her insan bir parça kendinden bişey bulacaktır bu hallerden.
Adından da anlaşılacağı üzere yük, insanın bir parçası değil, hayatında bulunan görece zorla görece gönüllü aldığı ağırlıklardır. Bir insanın yaşamdaki temel görevlerinden söz etmiyorum, kaldı ki o görevler bir yük değil, aksine insan olmanın getirdiği sorumluluklarımızdır. Bize muhtaç birine bakım vermek, birine kol kanat germek, zorda olana destek olmak, kendi ayakları üzerinde duramayacak durumda olan ebeveynlerimize destek olmak… Bunların hiçbiri yük değildir özellikle belirtmek istedim. Bunu yük görüp yük muamelesi yapanlar var, o ayrı. Ama bunlar yaşamda olmanın getirdiği sorumluluklardır, tıpkı yemek yapmak gibi. Ben yemek yapmam , yaptırırım da diyebilirsiniz, sonuçta o yemek olayı sizin sorumluluğunuzdadır, nasıl çözeceğinize siz karar verirsiniz. Konumuz olan yük ise insanın görünürde mağdur olduğu, hayatını ona bağladığı bişeydir. Örneklerle anlatayım, şöyle düşünün, bir kadın/ erkek fark etmez, genelde bu rol kadınlara daha çok verildiği için toplumda bu durumda olan çok fazla kadın var. Bir kadın düşünün , okutulmamış olsun, ailesi okutmamış, kısmeti de çıkmamış ya da aile özellikle evlendirmemiş bana baksın, beni desteklesin diye. Böyle yapan çok aile var, bencilce evet ama maalesef çok. Bir de olayın diğer tarafında ailesinin hiç böyle bir talebi olmadığı bir kadın düşünün, okumamış, çalışmıyor, kendine bir rol biçmiş, ev kadını. Hasta , yaşlı, yaralı… annesine/ babasına/ dedesine vs. bakıyor olsun. Yüküm çok ağır diyor. Bütün günü hasta bakıcısı rolünde yaşıyor. Sonra birden o rol hayatından birden bire çıkıyor. Artık bakmak zorunda olduğu bir kişi yok.
Biraz daha çeşitlendirelim, mutsuz bir evliliği olan bir kadın / adam düşünün. İş yerinde sürekli en çok kendi çalışıyor, hiç işi bitmiyor, her şey onun üzerinde, hatta o kadar çok yükü var ki asıl yapması gereken görevlerini bile aksatıyor. Sürekli anlatıyor, dert yanıyor, olan çözümleri de değersizleştiriyor.
Onlara kalsa hayatları on numara olacak ama işte o kadar çok yükü var ki, hiçbir şeye yetişemiyor, etrafınızda çok vardır. Hatta kendi içinizde de . Aslında o yüksek lisansı yapacaktı ama iş yerinde o kadar çok işi vardı ki bir türlü zaman ayıramadı, sevdiği bir kursa gidecekti ama çocuklarının işlerine koşturmaktan zaman bulamadı… Bir sihirli değnek gelip dokunsa ve o yükleri o kişilerin üzerinden alsa ne yapacaklar acaba? Düşünün hadi, o yapmak isteyip de yapmaya ‘zaman ve enerji’ bulamadığı şeyleri mi yapacaklar? Hiç sanmam, bu kez şöyle bişey başlar: Zamanında beni bıraksalardı şunu yapardım, ah nerde o eski halim, şimdi fırsatım var ama içimden gelmiyor….. Aslında yük olarak görülen şey , o insanı gerçek manada yaşamının getirdiği sorumluluklarını yerine getirmekten koruyan bir bariyer görevi görüyordur. O bariyeri kaldırdığınız anda (ki kaldırmamanızı öneririm ) asıl mesele ortaya çıkar: Kendi yolunda yürümesi gereken bir insan. Ne demek kendi yolunda yürümek? Kendinin ve hayatın gerçek anlamda farkında olarak yaşamak. Ne istiyorum, ne beni mutlu ediyor, ne içimi kıpır kıpır ediyor, neler ilgimi çekiyorla başlayan bir sürü soruya cevap arayan bir yaşam şekli. Riskli de bir yaşam, çünkü sizin düşünüp karar vermeniz gerekir. Sorumluluk almanız, belki reddedilmeniz, başarısız olmanız, elinize yüzünüze bulaştırmanız, yetersizliğinizle yüzleşmeniz gerekir. Bu çok zordur, kendini ortaya koymayı gerektirir. Aslında sesim çok güzeldi, ailem bırakmadı , şimdi çok ünlü…. olacaktım demek, elinize bir müzik aleti alıp şarkı söylemekten daha kolaydır, hatta çok daha kolaydır, çünkü kimsenin sesinizle ilgili yorum yapması durumu oluşmaz. Bir koltuğa oturup bacak bacak üstüne atıp, biraz da üst perdeden bir havayla konuşmak kafidir. Ne terleme ne zorlama. Sonuçta size izin verselerdi neler neler yapmazdınız! Böyle çok insan var, bilmiyorum nasıl göründükleri hakkında bir fikirleri var mı ? Burdan bakınca gerçekten büyümüş küçük çocuklar gibi duruyorlar.
Çantaya dönecek olursam eğer, ben çantaya yük, çanta bana yük ; ben çantaya destek çanta bana destek. O çantayı, yükü kenara koyduğumuzda asıl mesele ortaya çıkıyor. Ne yapacaksın? Yükünü kenara koyduğunda ne yapacaksın?
İnsanlar bize gelirken yüklerinin verdiği rahatsızlıktan ötürü gelirler çoğu zaman, yüklerimi alın kurtulayım diye. Asıl mesele yükler olmadığı zaman ne olacağıdır. Çok yoğunum, çok işim var, çok çalışıyorum, çok koşturuyorum, programım dolu, nefes alacak vaktim yok…. Perdeler kalktığında asıl mesele ortaya çıkar. Perdenin kalkması için kişinin hazır olması gerekir, hazır olduğunda , perde kalktığında kendi sorumluluklarını aldığı bir yaşam başlar. Yorulduğu, terlediği, şarkı söylediği, ağladığı, dertlendiği, sevindiği… Kendine ait, kimseye bağırarak ne kadar iyi olduğunu söylemeyi / göstermeyi gerektirmeyecek sadelikte, iyilikte, doyumda. Zaman zaman yükleri yan koltuğa koyup yolculuğa odaklanmamız niyetiyle…