Kendi kendimizi can kulağıyla dinlediğimizde hep bir şikayetlenme halimiz vardır, yok ya ben şikayetlenmiyorum diyen de kendini kandırırken etrafı da kandırmaya çalışıyordur. İnsan olmanın doğasında vardır şikayetlenme. Vücudumuzda şikayetlenmenin bir dışa vurumu olsaydı anlatmak daha kolay olurdu, hani bazı insanların göbeği kocamandır, bazılarının normal, bazılarının nerdeyse hiç yok. İşte şikayetlenme durumunun miktarının fazla olduğu insanları, göbeği kocaman olan bir insan gibi sembolleştirebiliriz. Yanlış anlaşılma olmasın, göbek büyüklüğü ile şikayet arasında bir ilişkiden söz etmiyorum, sadece benzetme yapıyorum, daha kolay anlaşılsın diye. Hani işte bu koca göbekler, bazen kişinin kendisinden önce girer ya bir mekana, işte o şikayeti aşırı kullanan insanlarda da o şikayet hali kendilerinden önce gelir. Birazdan dönecem buraya.
Her gün aşağı yukarı 10 kişi dinliyorum profesyonel olarak, 10 kişinin nerdeyse 10’u hep bir şikayetle geliyor. O şöyle, o böyle, hava şöyle, bu böyle. E ne var bunda diceksiniz, zaten iyi olsa, şikayeti olmasa orda ne işi var. Doğru, biz şikayetler üzerine harekete geçiyoruz, ama kişinin kendisinden duyduğu şikayetler asıl olan. Şu özelliğimden dolayı sıkıntı yaşıyorum, bu yönümden şikayetim var, tembellik yapıyorum, bu yönümle ilgili çalışmak istiyorum gibi. Ya da şu kişiyle şöyle bir sorun yaşıyorum, bu sorun karşısında kendimi nasıl daha güçlü yapabilirim, gibi. Bize gelenlerle çalışmamız için kişinin kendinden memnuniyetsiz olması gerekir ve o yönüyle ilgili değişmeye, çalışmaya istekli olması gerekir. Hani bir adamın çöpü başka bir adamın hazinesi olurmuş ya, işte bu odalarda birinin hazine olarak gördüğü değerli şeyler atmosfer gereği çöpe dönüşür. Çünkü bu alanda o getirdiği malzemeler(şikayetler) bir işe yaramaz. Gerçekten çöptür, gelir eteğindeki bir sürü çöpü odanıza döker, sonraki geleceği zamana kadar yine çöplerini toplar yine getirir ta ki siz, dur bakalım ne yapıyorsun, biz çöp öğütücü değiliz diyene kadar. E tabi afallarlar biraz, alışmışlardır birileri onların çöpünü onlar için öğütmüştür, sizin dur bakalım demeniz hafif çaplı bir tokat etkisi de yapar. E sizin işiniz dinlemek değil mi, diyenlere : Değil, bizim işimiz her geleni bir fiil sürekli dinlemek değil, sadece dinlemek değil, dinlediklerimizi işlememiz gerekir getiren kişiyle bir olup. Gelin şikayetin arkasındakilere bakalım biraz.
Şikayet eden aslında der ki, ben sorumluluk almak istemiyorum, benim yerime sen yap. Ben üzülmeyim benim yerime sen üzül. Ben bunu taşımayım sen bunu taşı… şeklinde devam eder. Bu düşünce yapısındaki kişilerin değişmek gibi bir istek ve çabaları yoktur, aynı sorunu sürekli sürekli dile getirirler. Aslında o kişileri çevrenizden de biliyor olabilirsiniz, hiç değişmez, aynı şey defalarca gelir gündeme, siz dinlemekten yorulursunuz, onlar anlatmaktan yorulmaz. Çünkü anlatarak bir tatmin ve rahatlama yaşarlar, o kadar sorunları vardır ki hiçbir şey yapmalarına gerek yoktur, ne kendi ne de başkaları ondan bişey bekler. İsterseniz bir deneyin, sorununun çözümüyle ilgili şunu yapmayı denedin mi, dediğinizde önerdiğiniz şeyi çürütmek adına o kadar çok şey anlatırlar ki. Kısmen öfke de hissedersiniz, hem yardım istiyor hem de kabul etmiyor diye. Doğru, bişey istedikleri kesin ama o sizin anladığınız gibi bişey değil, o yükü tamamen sizin almanızı isterler genelde. Siz yardım etmek için çırpındıkça o daha da ağırlaştırır yükünü. Eskiden üzülürdüm, bişey yapmak isterdim. Sonraları kızıp bişey yapmak istememeye başladım, şimdi geldiğim nokta ise çok daha nötr. Dinlerken karşımdaki insanın gerçekten ne istediğini anlamaya çalışıyorum. Süzgeçten geçiriyorum, ya bu kişinin istediğini benim karşılama gücüm var mı, bu mümkün mü? Ya da ben kendim için çok kıymetli olan o şeyi (zaman, para, enerji…) o kişiye verdiğimde o kişinin hayatında bir değişiklik meydana geliyor mu? Bu sorulara cevabım hayır olduğunda, o kişiler için onların adına bişey yapmıyorum, nötr bir yapmama hali. Yapmaları gerekenleri fark etmelerini sağlamaya çalışıyorum sadece. Fener tutmak gibi düşünün. İnsan kendi gücünün sınırlarını fark ettiğinde daha aklı selim hareketlerde bulunuyor. Bir insan bir insanı sırtında taşıyamaz, onun acılarını onun için çekemez, onun yapması gerekenleri onun adına yapamaz, eşlik edebilir sadece. Bunu kavradığımızda o gereksiz yük almalar da bitiyor. Yükünü başkasına vermeye çalışanlara gelince, ne üzülün ne kızın. Hazır olmadıkça, kendileri istemedikçe hiçbir şey değişmeyecek. Gerek kendi yaşamımda gerek profesyonel yaşamımda bunu farkına vardığımdan bu yana ferahladığımı hissettim.
Hiç mi konuşmayalım, hiç mi sıkıntımızı kimseye anlatmayalım diyenleri duyuyorum. Yav (Adanalılar böyle der 🙂 ) en az on küsur yıldır, ısıtıp ısıtıp anlattığın ama onu değiştirmek için hiçbir şey yapmadığın şeyleri anlatma kardeşim, içinde kalsın, başkalarını rahatsız etme bari 🙂 En azından içinde kalırsa, rahatsızlık hissinin getirdiği rahatsızlıkla belki bir şeyleri değiştirmek için harekete geçersin. Anlatınca sanki gidip sorununu çözmek için bişey yapmışsın gibi hissediyor beynin, sonra bir mutluluk bir mutluluk, üzerine bir keyif sigarası. Ama sabah uyanınca aynı sıkıntı devam. Anlatma, git bişeyler yap. Şikayet etme bir nevi hayatı reddetme bir nevi büyümeyi reddetmedir. Olan olmuş artık sen ne yapacaksın!
Eskisi kadar şikayet edenleri dinlemiyorum, ne yapmamı istiyor onun için onu soruyorum. Genelde ifade edemedikleri ama aslında ne istediklerini çok net bildiklerini düşünüyorum. Ne yapmaları gerektiğini de ne yapmak istemediklerini de o kadar net biliyorlar ki, kolay mı bunca yıl o sorunla o kadar istikrarlı şekilde kalmışlar.
Bu yazım şikayet edenlere değil, biliyorum onların çok umurunda değil burada yazılanlar, çünkü bu yazıları okumak bir yandan kendinle ilgili bişey yapmanın yollarından biridir. Bu yazım o şikayetlere maruz kalanlara. Hayatımız bir tane, emin olun o şikayet edenlerinki kadar zor bir hayatımız var, daha kolay değil. Nasıl ki kendi hayatımızın sorumluluğunu alıp elimizden geleni, doğru olduğuna inandığımız şekilde yapıyorsak her insanın bunu yapma potansiyeli vardır. Şikayet eden daha çok acı çekmiyor, sadece acıdan kurtulmanın kolay ve sorumluluk gerektirmeyen yollarını arıyor. Sonuç mu? Ortada, her insan öncelikle kendi hayatından sorumlu. Önce kendini adam edecek, sonra gücünün yettiğince, sorumluluğu ölçüsünde etrafını desteklicek. Ama bu destek, veren kişinin hayatını alt üst etmeyecek, alan kişinin hayatında da bir değişim meydana getirecek ölçüde olmalı, diğer türlüsü havanda su dövmek. Yorgunluk, tükenmişlik ve karşılığı alınmamış çekler gibi sorgulanan bir hayat bırakır elimizde. Değdi mi, şeklinde sorgulamalar. Şikayetlenen ise son nefesinde bile şunu diyecektir, kimse benim için bişey yapmadı, arkamda şu olaydı…
Sanırım lise yıllarında duymuştum bu sözü, ‘ Allah’ım bana çözebileceğim sorunlarımı çözebilmem için güç, çözemeyeceklerimle yaşayabilmem için sabır ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilmem için de akıl ver !’ Hep bu sözü tekrarladım kendi kendime. Fark edip yaşamamız lazım. Güç, sabır ve akıl. Olmazsa olmazımız olsun. Akşama kadar hiçbir şey yapmadan kurtarılmayı bekleyen de, akşama kadar sürekli birilerini kurtarmaya çalışan da ziyandadır. Fark yaratabileceğin tek şey kendi hayatın, çocuğunun bile hayatına müdahalen sınırlı ve bir yere kadar.
Son bir tüyo: Kendi hayatınızla uğraşıp, kendinizi tamamlamaya çalıştıkça şikayet sesleri eskisi kadar rahatsız etmiyor.
Dert, kontrolümüz dışında olan ve üzerinde bir etkimiz olmayan şeyler. Ör. Organ kaybı, kayıplar, yaşamın getirdiği her şey.
Şikayet ise üzerinde kontrolümüz olan çoğu şeyi değiştirmek yerine ağzımızda sakız gibi evirip çevirmek.
Türk dil kurumu okursa beni reklam eder bu tanımlamalarla, ama amacımız belli, tanımlama değil anlatmaya çalışmak. Mesela bacağımızın olmayışı bir derdimiz olabilir ama benim bacağım niye yok deyip , akşama kadar söylenip, yaşının gerektirdiği sorumlulukları almayıp sadece konuşmak şikayetlenmedir. Sanırım oldu 🙂 Şikayet eden olduğu yerde kalır, hiç değişmez, size de sen çok değiştin der, olsun, desin , yola devam.