Benim kim olduğum hakkındaki birçok bilgim doğduğum andan bu yana çevre, aile ve diğer birçok faktör tarafından belirlenir. Bu herkes için geçerlidir, insan doğası gereği sosyal bir varlıktır, kendiyle ilgili algısı bu sosyallikten fazlasıyla nasibini alır. Her dönemin içinde bulunduğu ekonomik, siyasal, sosyal vb. özellikleri kişinin ben kimim sorusuna vereceği cevapları etkiler. Bir bebeği ele aldığımızda içinde büyüdüğü evin (yuvanın) etkisi altındadır, olmalıdır da yoksa büyüyemez. Uyum sağlar şartlara, uyum gücü ne kadar yüksekse hayatta kalma oranı o kadar fazla olur. Bazı bebekler de uyum sağlayamaz, gelişim psikolojisinde zor bebekler diye geçer bunlar. O bebeklerin zorluğunu etkileyen birçok faktör vardır, ancak o bebeklerin zorluğundan ziyade kendi içsel mekanizmalarında bir huzursuzluğun olduğu ve bunu ifade etmeye çalıştığını düşünmek daha şefkatli bir yoldur. Bu kısımları hızlı geçeyim, asıl mevzu şu ki içinde bulunduğumuz ortamın bizi etkilemesi, bizim o ortamı etkilememizden çok daha büyük bir olasılıktır.
o kadar uyum sağladık, büyüdük, ben dememiz gereken şeyler karşısında bir de bakıyoruz ki kendimizi ,ifade edemiyoruz, etmeye çalıştığımızda suçlu hissediyoruz. Ne kadar çok içinde büyüdüğün ortama benzer ve uyum sağlarsan o ortamdakiler o kadar huzurlu hissederler. Bir de içinde bulunduğu ortama taban tabana zıt insanlar vardır, büyüdüğü ortamdan o kadar farklıdır ki nasıl ya dersiniz, burada da ilkinden çok farklı bir şey yoktur. Buradaki insanlar da ben değerliyim, benim kararlarım, istek ve arzularım herkesinkinden daha kıymetli ve önemli derler. Bir diğerini yok sayma pahasına kendi hazlarının peşinden giderler. Bu insanlar kendi iç dünyalarında bir diğerini dert etmez, aksine diğerinin onun özgürlüğünü kısıtladığıyla ilgili çocuksu kızgınlıkları olur. Etrafımızda çok fazla var, yaş 40 ama davranış 15 olan 🙂
Her iki grup insan da özünde dengeyi bulamamıştır, dediğim gibi insan sosyal yönü çok güçlü olan ve böyle ortamlarda büyüyen bir varlıktır. Ancak sosyal grubun içinde aynı zamanda bir bireydir, kendi arzu, özlem, ihtiyaçları vardır. Bunu yerine getirirken bir denge gözetmesi gerekir. Hepimiz o sosyal gruptan etkilendik, küçükken buna ihtiyacımız da vardı, artık büyüdük, yetişkin olduk, yolumuzu seçtik, işte bu noktada bütün deneyimlerimizle birlikte bizim için neyin doğru, neyin uygun olduğuna bizim karar vermemiz gerekir. Elalem ne der, başkaları benim hakkımda ne düşünür ( o başkaları benim onlar hakkında neler düşündüğümü bir bilse 🙂 ) gibi düşünceler kendi iç sesini duymayan insanın düşünceleridir. Bir diğerinin sağlığı, iyilik hali, benim tarafımdan başına kötülük gelmemesi benim önceliğimdir ama ne düşündüğü değil. Çocuklarımı yetiştirirken bu noktaya özellikle dikkat ediyorum, kimseye zarar vermeyin, iyilik hallerini önemseyin ama ne düşündüklerini önemsemeyin. Ne düşündüklerini önemsemeye başladığımız zaman bu hayatımın kontrolü diğerlerinin eline geçer. Yapacağımız her hamlede tereddüte kapılıp diğerlerinin onaylarını ararız. Diğer insanlar, sevdiklerimiz, ailemiz, arkadaşlarımız bize fikirlerini söyleyebilir ama bunu merkezimize almamıza gerek yok. Her insanın kendi içinde kendine neyin iyi geldiğine dair bir algının (hissin, sezginin ) olduğunu düşünüyorum, o algıya ulaşabilmesi için de kendisiyle güzel ve uzun vakitler geçirmesi lazım(telefona bakmadan ). Eskiden çok önemsiyordum diğerinin ne düşündüğünü, ne dediğini, artık değil. Bir kez o adımı atınca çok da umursamıyorsun. İlk başta suçluluk hissi seni geriye çekmeye çalışıyor, o hisse dayanabilirsek gerisi geliyor. Bunun için daha çok yalnız vakit geçirmeyi öğrenmek gerekiyor, kitap okumak, kendinle ilgili bir şeyler yazmak, hoşuna giden ve gitmeyen şeylerin farkına varmak… Etrafımız kendisi gibi olmaya korkan, birilerine benzemeye çalışan insanlarla dolu. Çokça kendinden emin görünüp tenhalarda tırnaklarını yiyen insanlarla. Kendin gibi olmak, kendi düşünce ve isteklerine sahip çıkmak ve bunu diğerinin zarar görmeyeceği şekilde yapmak. Tabi kar zarar tartışmalı, yıllarca destek olduğun birine destek olmayı kestiğinde bana çok zarar verdi diye ağlayabilir, Nasrettin hocanın eşekli hikayesi misali. Her gelen bir şey düşünebilir önemli olan senin ne durumda kendini huzurlu ve kendin gibi rahat hissettiğin. Bazen diğerinin zarar olarak değerlendirdiği şey senin hayatın için olmazsa olmazdır, önce kendin, kendi ailen, kendi bahçen, sonra diğerleri. Bu bencillik değil aksine kendine gerçek anlamda önem veren, şefkat gösteren bir insanın yapması gereken şeydir. Bencillik diğerinin bahçesine girip onun meyvelerini talan edip çıkmaktır kendi ihtiyaçların için. Kendi bahçene bakıvermen, meyvelerini yemen ve sevdiğin eş dostla paylaşman bencillik değil kendi varlığını sevmen, önemsemendir. Kendimizi sevmek dileğiyle, bahçemize sahip çıkalım…