Uzun zamandır aklımda yazmayı planladığım bir konu vardı, son yıllarda kendi hayatımda aktif bir şekilde kullandığım aralıklı oruç beslenmesi, diğer adı intermittent fasting. Yazının başlığını sabah iş yerimde yürürken bir mesai arkadaşımın bana olan sorusundan aldım. Beni görünce aynen söyle dedi: Gülbahar hanım ya ne yiyorsunuz ne içiyorsunuz, bu enerjiyi nerden buluyorsunuz, ben sabah evden işe gelirken yoruluyorum. Ben de dedim ki aslında yemiyorum, evet evet yemiyorum, eskiden çok yerdim, sabahtan başlar gece yarılarına kadar sürekli yerdim ve hiç enerjim kalmazdı, bir şey yapasım gelmezdi ama artık yemiyorum. Yemedikçe ve hareket ettikçe hareketli oluyorsunuz, enerjiniz artıyor.
Bu soru cevap sonrası konuya başlarken belki birkaç yazı bununla ilgili yazabilirim diye düşünüyorum, çünkü konu derin, yazan da ben olunca uzunluğundan okunmaz. O nedenle bölerek yazacam, yazarken hem kişisel hem mesleki tecrübelerimi katacağım bir yazı dizisi olacak. Genellikle deneyimden geçmiş , kişiye özgü yazıların yol göstericiliğinin, akademik bir dil kullanan bilgi içerikli yazılardan çok çok daha etkili olduğunu düşünüyorum. Akademik alanda bu konuda yazılmış bir sürü makale var, merak eden okuyabilir.
Beslenmenin temelleri bebeğin dünyaya ilk geldiği andan başlayarak atılır, anne ya da bakıcı konumunda olan kim varsa bu süreci çok etkiler. Ve yaşam boyu yeme alışkanlıklarımızın temeli hayatın ilk birkaç yılında atılır. Bunun dışında ailemizden getirdiğimiz alışkanlıklarımız da vardır, mesela benim annem, anneannem hamura çok düşkünler, gözlerimi açtığımdan beri benim favorim de hamur, tuzlu hamurlara bayılırım. Tabi aynı ailede doğup tatlıya düşkün, acıya düşkün başka damak tatlara sahip kişiler mutlaka vardır, ama temelde birçok şeyi ailemizde öğrendiğimiz gibi yemeyi de öğreniriz ve bunları hiç sorgulamayız, ciddi bir sağlık sorunumuz yoksa. Çocukken çok hareketli, çok aktif bir yandan da çok miktarda çok yemek yiyen bir çocuktum. Ama şimdiki dönemin obez çocukları gibi ciddi kilolarım yoktu, o dönemlerde bu kadar aşırı kilolu çocuklar yoktu, çünkü okul saati dışında hepimiz sokaklarda koştururduk ve yeme içerikleri bu kadar işlenmiş değildi, gün içerisinde tüketilen gıdaların çok azı paketlenmişti. Şimdiki dönem çocuklarının hem hareketsiz yaşam tarzı hem de haftanın hemen her günü yoğun biçimde paketli gıdalara ulaşabilmesi ciddi kilo problemlerine sebep oldu, oluyor ve olacak.
Üniversiteye ilk başladığımda gördüğüm psikolojiye giriş dersinin ilk dersinde zihnimde kalan bir cümle vardı, her şeyi unutmuş olmama rağmen o cümle hep aklımda kaldı, ta ki bu yıl o cümleyi kendi hayatımda yaşantıladığımı görünce bu cümlenin çok önemli, hem de birçok bilgiden çok daha önemli olduğunu bir kez daha anladım. Diyordu ki, Zihin ile beden bir birini etkileyen bir mekanizmadır, birinde olan bir değişim diğerini etkiler. Bu cümle zihnimin bir kenarında kaldı, çok üstünde durmadım. Bir de psikopatoloji dersini alırken, depresyonda olan hastaların beslenmesinin, aktivite düzeyinin çok önemli olduğunu gördük, ancak iş yaşamına başladığımda fark ettim ki insanlar bedenleriyle zihinlerini ayrı kefeye koymuşlar. Kafamdan atamadığım düşüncelerim var, takıntılarım var, mutsuzum, hiç içimden bişey yapmak gelmiyor, bununla ilgili çok uzmana gittim… Ama hiç kendini bir bütün olarak harekete geçirmemişler, yaşamsal olarak.
Kendime iğneyi batırma kısmına geçecek olursam uzun yıllar kilolarıma canım çok sıkılıyordu, bir sürü şey okuyordum, bir sürü şey araştırıyordum, diyetlere hep uzak duruyordum, bana iyi gelmeyeceğini düşünüyordum, hayatımın en rahat olduğum bu alanında( beslenme) bu kadar katı şeylerin bana fayda etmeyeceğini biliyordum ve işin özü hayatım boyunca yapmayacağım bir şeyi yapmaktan uzak duruyordum. Bu da benim bir şeye başlarkenki motivasyonum, ben bunu uzun yıllar yapabilir miyim diye düşünüp, aldığım cevaba göre harekete geçen biriyim. Mesela spor salonuna gitmek, mesela pilates yapmak, denedim bunları ve zihnimin bir köşesinde hep şu vardı ben bir ömür bunu yapmam çünkü bana göre değil, ben rahat biriyim, canımın istediğine göre yani kendime göre hareket etmeyi severim, o nedenle yapamam deyip bırakırdım. Ama yürümeye karşı bir sevgim vardı, bunu da üniversite zamanında şöyle fark etmiştim, uzun süre bir amacım olduğunda, bir yere gitmem gerektiğinde yaklaşık 5 saate yakın yürüyüşlerim olmuştu ve bu saatler arasında hiç sıkılmamıştım, yorulmamıştım ve işin garibi çok keyif alıp çok enerjik hissetmiştim. Ama dediğim gibi amacım varsa yürüyordum ama amacım yoksa yürümüyordum. Aynı şey yemek için de geçerliydi. Bana uyan şey sürekli bir şeyler yiyip durmak değildi, oturduğumda tam doyarak kalkmak, kendimi sınırlamadan içimden geldiği kadar yiyebilmekti. Diyet deneyimim ciddi anlamda bir kez oldu, birkaç ay sürdü, ciddi anlamda kilo verdim, uzunca süre korudum. Diyet yapmanın hayatıma kattığı en önemli özelliği salata yemeyi alışkanlık haline getirmem oldu. Bunun dışında benim yapımda birine kattığı pek bir şey yoktu, evet kilo verdim ama istediğim gibi değildim. Hala zihnim yemekle meşguldü, sürekli bir sonraki öğün ne yiyeceğimi düşünüyordum. Kendimi sürekli diken üstünde hissediyor, diyet yapmıyorken kiloyla ilgili sıkıntılı süreçlere giden enerjim diyetle birlikte ne yemeliyim ne yememeliyime gitmeye başladı. Bu böyle olmamalı, bu bana iyi gelmedi, istediğim bu değil diyordum. Gel zaman git zaman başlangıcı nasıl oldu hatırlamıyorum, ancak arayışta olduğumu bildiğim bir süreçte karşıma aralıklı oruç mevzusu çıktı. Baya baya okudum, deneyimleyen insanlardan dinledim, videolardan izledim, ilk başta evet çok güzel de yapılması zor deyip öteledim. Bir ara sabah kahvaltımı ve akşam yemeğimi kimseye vermem öğlenden vazgeçerim deyip öğlen yemeğini çıkardım, ancak işlevsel olmadı, günün ortasında midem kazınıyor, adapte olamıyordum. Dediğim gibi benim için olmazsa olmaz şey kahvaltıydı ve akşam yemeğiydi. Sabahları erken kalkıp ailecek kahvaltı yapıyorduk çocuklarımla, çünkü o benim için bir paylaşımdı ve çocuklarımı , aslında kendimi bundan mahrum etmek istemiyordum, taki bir gün sabah çocuklara sinirlenip yediğim kahvaltının bana keyif vereceği yerde eziyete dönüştüğünü fark edene kadar. O zamana kadar aslında yoğun stres altında sırf birkaç dakika ailece vakit geçirelim diye acıkmadan yiyormuşum, yediğimden gram keyif almıyormuşum ve işin garibi yedikçe daha çok acıkıyormuşum. Tabi bu farkındalıklar birden gelmedi, bir gün yeter artık ben bu çocukların hengamesinden ne yediğimi anlamadığım kahvaltılıklarımı yanıma alayım, iş yerine gidince yerim dedim. İlk danışan 9 da geliyor, o gelmeden yerim diye düşündüm. İş yerine gittim, ancak danışanım erken gelmişti, hadi siz gidin ben kahvaltı yapacam diyemediğimden onu içeri alıp görüşmeye başladım. Birçok insan için çok normal bir süreçken bu durum benim için hayatımda çok ender olan bir durumdu, açtım ve çalışmaya başlamıştım. Yaklaşık bir saat sonra rutin olarak getirilen kahvemiz getirilmişti, sade Türk kahvesi, onu içince saat 11.30’ a kadar açlık hissetmediğimi ve enerjimin hala çok fazla olduğunu fark ettim, son yarım saat biraz midem kazındı, işin garibi sabah kahvaltı yaptığımda da saat 11.30 gibi midem kazınırdı. Sonra yanımda getirdiğim kahvaltılıkları çıkarıp öğlen aramda yedim. Aslında kahvaltımdan vazgeçmemiştim, kahvaltımı yine yaptım ancak bu sefer normal saatinden 5 saat sonra ve kendimi çok keyifli hissettim. O zamana kadar evdeki kahvaltımın zehir olduğunu anladım, küçük çocuğu olanlar anlarlar ne demek istediğimi. Sofradan sürekli kalkmak yok, birbirine vuran çocuk yok, hep bir ağızdan konuşan kimse yok, soğumuş çay yok. Tam bir keyif hali. Sonrası fark ettim ki uzun zamandır zihnimde tasarladığım şeyi uygulamaya hazır olduğum an gelmiş hem de kendiliğinden. Bunun doğru zaman olduğunu anlamam zihinsel hazırlık sürecime bağlıydı. Ve bende aralıklı oruç süreci böylece başlamış oldu. Araya bir not eklemek isterim, eşimle ilk tanıştığımızda çok zayıf, enerjik ve çok acıkmayan ve çok az miktarlarda doyan biriydi, hatta gün boyu öğün atladığı olurdu iş koşuşturmasından dolayı ve ben ona sürekli başın döner, acıkırsın, bu çok sağlıksız derdim. Tabi bunu dediğim zamanlar O, pizzacıda küçük boy bir pizzayla doyarken ben bir büyük pizza yer hala da doymazdım. Yani o halden bu hale evrilmem benim için bir dönüm noktasıdır. Ha bu süreçte eşimi bozdum, öğün atlayan adam hem düzenli öğün yemeye hem de ara öğün yemeye başladı, aç kalamaz oldu, eli ayağı titremeye, başı ağrımaya başladı ve ciddi kilolar aldı, nerdeyse 40 kilo kadar. Tabi insan kendi sürecinde bunu fark etmiyor, o süreçten çıkıp kendine ve olaylara bakmaya başladığında anlam veriyorsun. Bu süreçte ben onun eski haline dönmeye başladım, o da benim eski halime. Ne demişler bir insanı gerçekten tanımak istiyorsan onun mokasenlerini giymelisin, bizim de en temeldeki amacımız birbirimizi daha iyi anlayıp tanımaktı deyip sallamak isterdim ama maalesef öyle değildi, insan insana benzemeye başlıyordu, alışkanlıklar birinden diğerine geçiyordu, şimdi iki taraf da bir diğerinin alışkanlıklarını deneyimledi ve şimdi ortak zeminde buluşmaya karar verdik, doğru olan onun önceden benim ise şimdi yaptığım. Aktif bir enerji, berrak bir zihin, kolayca bitirilen işler, artan huzur. Daha ne olsun. Şimdilik aralıklı oruçla ilgili diyeceklerim bunlar. Birkaç yazıyla daha da detaylandıracağım. Son olarak beden zihin bir bütün, kendine iyi gelen bir şeyi yapmaya başlayınca hayatında birçok alanda dönüşümler yaşıyorsun. Ben bunu asla yapmam, mümkün değil dediğiniz bazı şeylerin tam da ihtiyacınız olan şeyler olabileceğini göz ardı etmemeniz dileğiyle…