Hayatımda hiç stres olmasa, her şey çok güzel olurdu, kafam rahat olsun bak neler yapıyorum, ben istesem neler yaparım ama işte bu kaygı peşimi bırakmıyor… Günde çok fazla böyle diyen insanla karşılaşıyorum çalışırken. Herkes kendisinde olan gerilimden kurtulmanın peşinde, bunun için önerileri de var aslında, mesela biri diyor ki insanlar şunu yapmasa daha rahat olurum, diğeri diyor ki sınavlar bu kadar zor olmasa, bir diğeri diyor ki ailem bu kadar geri kafalı olmasa … daha bir sürü şeyler var. Evet onların dediği gibi olsa her şey daha kolay ve güzel olur, mesela ben de metroda giderken herkesin telefonuna kulaklık takıp bir şeyler izleyip dinlemesini seviyorum, sessiz olmalarını istiyorum, bağırarak konuşurlarken ya da son ses video açıp izlerlerken içimden gidip bir tane patlatmak geliyor(düşünce şeklinde J) çünkü çok strese giriyorum, sonuçta ben onu dinlemek zorunda değilim . Eskiden çok değil belki bir yıl önceye kadar daha tahammülsüzdüm ve sürekli birilerine bir şeyleri düzgün yapmalarıyla ilgili ya uyarıda bulunuyor ya da içimden çok öfkeleniyordum. Çünkü kafamda meli, malı bir sürü şey vardı, hala da var, birazcık azalmış olsa da. Sonra şunu keşfettim, ben metroda giderken kendi kulaklığımı takıp sevdiğim bir şeyi dinliyorum, bazen hiç ses duymak istemiyorum, pencereden dışarıyı izliyorum, bazen de dışarıyı izliyor gibi yaparak kendi içimi izliyorum, yani bütün dikkatimi kendime veriyorum. Bunu yaptığımdan beri fark ettim ki kızmıyorum, diğeriyle uğraşmıyorum. Tabi bu diğerinden kendine dönüşün mümkün olmadığı zamanlar var, bir diğeri kasti size yönelik eylemler yapıyorsa, sizin sınırlarınıza girip sizi zorluyorsa orda tabiki o kulaklığı çıkarıp o kişiye dur diyoruz. Bu sınırlar kişiden kişiye değişmekle birlikte ölçümüz bize ya da bir diğerine ciddi zarar ve bile isteye kasıtlı rahatsızlık vermek şeklinde olabilir.
Hava güzel, güneşli, bir bakıyorsun yağmur indiriyor, sayıp sövüyorsun, ne üstün uygun ne sen o yağmuru bekliyorsun, oldu mu şimdi.
Ya da hayallerin var, farklı şeyler denemek istiyorsun ama bulunduğun koşullar buna uygun değil, kızıyorsun, lanet okuyorsun, ‘haksızlık bu ‘diyorsun.
‘Kabul kelimesinden nefret ediyorum, böyle adaletsizlik mi olur’ diyorsun, ‘o çok şanslı böyle şeylerle uğraşmıyor ben niye uğraşıyorum ‘diyorsun.
Başına gelen şeylerin gelmesini istemiyorsun, yaşın otuzlara gelmiş, ailenden ayrılmak istemiyorsun, bir işe girmek istemiyorsun, çalıştığın yerde sana ters davranmalarını istemiyorsun, hadi biraz şekil değiştirelim, ya yapamazsam diyorsun, ya olmazsa diyorsun, ya insanlar beğenmezse diyorsun.
Kendini çok yorgun, isteksiz hissediyorsun, içinden hiç bişey yapmak gelmiyor, bir şeyler yolunda gitmiyor, kontrol edemiyorsun ve sen de bırakıyorsun.
Aşağı yukarı burada üç duygudan söz ettim, öfke, kaygı ve donuklaşma. Niyetim insanlara kaygıyı, öfkeyi ve diğerlerini anlatmak değil. Alanda yazılmış çok kaynak var bilgi edinmek isteyenlere. Benim derdim dikkati başka bir şeye çekmek.
Biraz daha somutlaştırarak gitmek istiyorum, bazen danışanlarıma da yaşadıkları durumu görselleştirmek adına kullandığım bir metafor var. Diyorum ki, düşünün ben size şimdi küçük pinpon topu atıyorum, nasıl tutarsınız? Elimi açmam yeter diyor. Peki diyorum, şimdi size bir tenis topu atıyorum, pinpon topundan biraz daha büyük ve biraz daha ağır. Diyor ki elimi daha açarak tutmaya çalışırım. Şimdi size çocukların sokakta oynadığı basit, ağır olmayan orta boy plastik toptan atıyorum. Kollarımı uzatıp tutarım. Ve son olarak size gerçek bir futbol topu atıyorum, kalın, ağır. Anladım o çok ağır olur, onun için kollarımla birlikte bedenimi de işin içine koymam lazım, çok ağır çünkü , ellerim tutmaya yetmez diyor.
Bu örnekte biz aynı kişiyiz, toplar değiştikçe topları tutuş ve karşılama şeklimiz değişiyor. Gelen top daha küçük olsun, aman bu da çok ağır moralim bozuldu, ama ben oynamam deyip kaçmıyoruz, aksine gelen topa göre şekilleniyoruz. Esniyoruz. Kendimizi sürekli ağır gelen topları tutma durumunda bulduğumuzda ise işi biraz ilerletip kaslarımızı güçlendiriyoruz. Bazen de o toplar bize hiç ummadığımız anda, bazen de korunmasız şekilde kafamızı hedef alarak geliyor. Bunu kontrol edemiyoruz. Belki yaralanıyoruz, kafamızı sarıyoruz, sonra devam ediyoruz ama daha tedbirli, daha olasılıklara açık. Ama bu tedbir ya yine kafama top gelirse kaygısının olduğu kısıtlayıcı bir tedbir değil, aksine geçen buradan geçerken bu çocuklar top oynuyordu, çakallar kafama top attılar, şimdi daha dikkatli geçeyim şeklinde.
Koşullar bazen zorlayıcı olabiliyor, aldığımız darbeler de daha büyük, belki bizi büyük bir kayba da uğratabiliyor, burada olayları küçümseme değil, aksine daha somut gözle görebilme niyetindeyim. Yaran gerçekten ne durumda, yatağa mı bağladı seni, işe gidemeyecek kadar kötü mü, çoğu zaman görünmeyen yaralarımız daha büyük oluyor, iyi düşün. Şimdi geçip sadece evinde vakit geçirebilirsin, ‘ama ben’ diye başlayan cümleler eşliğinde. Evet, ama sen bunu sevmiyorsun, bundan hoşlanmıyorsun, bu hoş değil, bu seni korkutuyor vs. vs. Evet çocuğumuz da okula gitmek istemiyor, rahatsız oluyor, hatta bazı anne babalar olarak gidip koşullarını değiştirmeye de çalışıyoruz, öğretmeni değişsin, öğretmen benim çocuğuma daha yumuşak davransın vs. Ama işte olmuyor, çünkü değişmesi gereken çevre/ koşul/ diğeri değil, büyümesi gereken biziz. Her şey olduğu gibi tabiki kabul olmaz, meydan okumak, bazen direnmek gerekir, ama direnirken benim rahatım, keyfim şeklinde bir direnme olmaz. Çok görüyoruz etrafımızda kendi rahatı için birçok insanı yok sayan kişileri.
Çok uzatmadan toparlayacak olursam eğer, kabı büyük tutun. Ruhsal kap, kaptan kastım. Gönlünüzü yani. Geniş tutun, bazı şeylere olur, bazılarına olabilir deyin. Bu niye benim başıma geldi, bu top niye çok ağırdan bir farksız değil, eğer top sana atıldıysa onu sağlam tutman ve sağlam tutabilmen için çalışman senin yararına olur. Yaşamda krizler bizim için, birçoğu çok ağır, ama krizlerin de insana kattığı çok şey vardır. Penceresiz bir odada asla çalışmam dersiniz, sonra gün gelir penceresi olmayan sadece havalandırmanın olduğu bir odada çalışmak zorunda kalabilirsiniz. Ya oturup lanet edersiniz, ya da hayal gücünüzü geliştirip o odayı renklendirir, hava almak için daha çok açık alanda zaman geçirip yürümeye başlarsınız. Kriz oldu mu sana yeni beceriler J
Keşke krizler olmasa ne güzel olurdu, ya da gerçekten prenses / prens olsaydık da bir parmağımızı şaklatmayla kendi isteklerimize göre yaşasaydık, ama bu bir peri masalı. Masallarla gerçekler birbirinden ne kadar uzaksa insanın hayatında onu engelleyen bir sürü de olumsuz duygular baş gösterir.
Okumanın iyileştirici gücüne inanan biri olarak, iyi gelmesi niyetiyle. Kabı geniş tutalım.