Ruhuna sahip çık!
Dünyada yaratılmış her canlının mutlaka bir amacı, hedefi, görevi, adına her ne deniyorsa işte o ‘şeyi’ vardır, kimi bu konuda daha şanslıdır, doğduğu anda görevi eline verilmiştir ve hayatını o doğrultuda yaşar, kimisinin bulması yıllar alır kimisi ise hiç bulamaz. Tabi bu söylediklerim insanlar için geçerli, hayvanlar öyle değil, yaradılış da desek içgüdü de desek ne dersek diyelim onlar o programa uyarlar. O hayvandan beklediğin şey o hayvanın doğasına uygun olandır. Bir vaşağı alıp evde besleyemezsin mesela ya da şahini, akbabayı. Her birinin yaradılışına uygun yaklaşırsın, mesela fareyi besleyemezsin evde, seninle bağ kurmaz, kemirir her şeyi. Yani baştan bilirsin işte sorumluluk sendedir insan olarak bu hayvan bunu yapar bunu yapmaz diye. Nettir hayvanlar, insani açıdan bir kelime kullanacak olursam eğer ‘samimilerdir’ derim, içtenlerdir, maske kullanmazlar, kurnazlık yapanlar vardır hedefine ulaşmak için o tilkiden de o kurnazlığı beklersin zaten : ) İnsan ise bambaşka. Milyarlarca insan var, geçmişten bu güne baksak sayısını bilemeyiz, her biri kendi içinde bir dünya. İnsanları hayvanları ayırdığımız gibi çetrefilli kategoriye ayırmayız. Ruhunu satan ve ruhuna sahip çıkan yeterlidir.
Nedir bu ruhu satma olayı. Aslında basit bişey hemen herkes bilir bunu, kişi olduğu kişi değildir, bir maske, kimlik, duruş ne dersek diyelim kendine ait olmayan bir şeyi taşır üstünde. Bu kırk kilometre öteden tanınır aslında. Kendine ait değildir, hatta kendi dışında herkes bunun farkındadır. Saygı duyulmaz o insana. Saygının içinde karşındakini kabul edip takdir etme vardır, kendini kabul etmeyeni karşısındaki nasıl etsin değil mi, işte bu insanlara saygı da duyulmaz. Elindeki o kendine ait olmayan şey her ne ise onun gücünü kullanarak saygı duyulması için çabalar, bazen bu fiziksel bir güç, bazen seksi bir vücut, bazen para, bazen bilgi…. Sayamadığımız kadar çok. Dikkat çekerler belki, ilgi görürler ama saygı duyulmazlar. Bu insanların derdi hep etrafla olur, hep bir diğer için yaşar, beğenilmek, takdir görmek, hep sahnede olmak ister. Belki bir süre insanlar da izler, iş makinelerini izleyen ve bundan keyif alan insan sayısının fazlalığını da göz önüne alırsak ruhunu satmış insanın da izleyeni çok olur. Kendi içinde yalnız olsa da.
Bir de ruhuna sahip çıkmış insanlar vardır, bu insanları da hemen tanırsınız, az önce saydığım özellikler para, güç, güzellik vs. vs. her şey bu insanlarda da olabilir, bu insanlardaki fark ise o özelliklerin sadece bir özellik olduğunu bilir, kendisine eşlik eden bir şey olduğunu, vakti gelince gideceğini, o yüzden o şeye çok yapışmaz. Yaşarlar bu insanlar, bütün varlıklarıyla. Sadece bedenleriyle değil ruhlarıyla da varlardır.
Bir amca var tanıdığım, ismini yazmıcam bu sizin hayatınızda da birine denk düşecektir eminim, giydiği birkaç aynı kıyafeti vardır, yalnız bu fakir ya da zenginliğinin ölçütü olan sınırlı giysi değildir, tercih etmiyordur, yediği şeyler de bellidir, kendini iyi hissettirecek, yaşadığı hayattan aldığı huzurun önüne geçmeyecek şekilde şeylerdir ve bu amca bir bardak çay içer, yüzünde bir ifade vardır dünyada yaşadığınız bütün aşkın deneyimleri unutun, o adam o çayı içince yüzü daha önce kimsenin tatmadığı bir şeyi tadıyor gibidir, o çayı ne zaman içse hep aynı ifade. Şimdi içinizden acaba o çayın içine ne koymuş ola ki diye geçirebilirsiniz : ) Belli ki o çayı ağzıyla değil ruhuyla içiyor. O adam benim ideal olarak örnek aldığım kişilerden, ben de öyle olmak istiyorum. Ruhumla yaşamak, anda olmak, içtiğim bir çayı bütün ruhumla içmek. Bunun için önce kendimi bilmek tanımak. Hani bazı insanların ayağı taraklıdır, kemikleri dışarı doğrudur, geniştir ve o insanlar dar ayakkabı giyemez, giymeye çalışırsa o kemik daha da çıkar, ağrıları olur, en iyisi ayağına uygun rahat, geniş ve sağlam ayakkabılar giymelidir. İnsanın ruhu da ayağı gibi, bir yere ait değilse bunun sinyalini veriyor. Ha şu da var ayağını dinlemeyen bir insanın ruhunu dinlemesini beklemek de boşuna, ayağına kıymet veren ruhuna da veriyordur. Kıymet süslü, pahalı, şık ayakkabıyla değil ayağına iyi gelen ayakkabıyı giymekle olur benim hayatımda.
Bu insanlar genelde daha sakin, kendi başına yaşar, insan olmanın gerektirdiği sosyalliği de es geçmeyerek.
Kalabalığın olduğu yerde satılan bir şey vardır, bakın etrafınıza, Pazar, market, alışveriş merkezleri, bakın kalabalık gruplara. İnsan ruhunu kalabalıkta duyamaz. Sürekli insanlarla iç içe olmak, sürekli alış veriş yapmak, sürekli birilerini izlemek ya da birilerine kendimizi izletmek ruhla bağlantıyı koparan şeylerdir, kendisiyle kalıp sakinleşebilen bir insan dünyada birçok fırtınada daha güçlü duracaktır. Ayaklarımız bizi nereye götürüyor, doğaya mı kargaşaya mı? Eğer ruhunuzu korumak, rahatlamak, sakinleşebilmek istiyorsanız önce ayakları rahatlatın, sonra ayaklarınızı alıp doğaya gidin, hiçbir şey yoksa etrafınızda mutlaka bir ağaç ya da çiçek vardır, onu görmeye gidin. İnsana huzuru verecek olan yine kendisidir, nereye gittiğine bağlı olarak.
Ruhuyla eş zamanlı hareket eden güzel insanlara sevgi ve saygıyla…
Harika yüreğinize kaleminize sağlık
Varolun Gürbüz bey.
Ne güzel yazmışsın 💐
Teşekkür ederim.
Bun bayıldım.
teşekkür ederim 🙂