Yapmak istemediğini yaptığında

İçimden gelmiyor, canım yapmak istemiyor, hiç istemiyorumla başlayan, amalarla devam eden bir döngünün içinde sıkışan insanı anlatmak istiyorum bugün. Hepimize tanıdık gelen, hepimizden bir parça taşıyan.

Sıradan insan, gündelik insan, hayatın içinde koşturması olan insan olarak bizler sıradan şeyler yapıp büyük, farklı, sıra dışı şeylerin olmasını bekleriz.  Her gün aynı işe gideriz, her gün aynı şeyleri yaparız, her gün aynı hayalleri kurarız ama bir türlü ileri gidemeyiz, aynı yerimizde durur kalırız. Ta ki yanımızda duran birileri yol kat edene kadar. Hayatımıza yön verirken iki temel şeyi kullanırız zannımca, birisi el alemin fikri diğer birisi de paşa gönlümüzün istediği. Kimileri farklı isimlerle adlandırabilir bu isimleri, ben el alem dedim, siz toplumsal beklentiler, süper ego,  ideal olan şeyler deyin; ben paşa gönlüm deyim, siz id deyin, canımın istediği deyin, bencillik deyin. İsimlendirmelerin her biri özünde aynı kapıya çıkar, ki asıl mesele o değil. Bişey yapacağımız zaman bazılarımız insanların beklentilere uymaya çalışırken bazılarımız da  canının her istediğini yapmaya çalışır. Canın ne istediğine geçmeden önce, can özünde kıymetlidir, bizim için gerçekten doğru olanı bilir, sezgisel anlamda bizim için doğru olanı seçmemizi sağlar; ancak o canla ilişkimiz sağlamsa. Bu ilişkinin sağlamlığı göreceli olsa da çoğu insanda bu bağ kopuktur, can dediği şey haz peşinde koşup acıdan kaçınan bir amaca hizmet eder durumdadır. Bu durumdaki can gerçek can değildir. Bu daha küçük hesaplar yapan, kişiyi olduğu durumda bırakan bir candır. Çocuklar bunu çok kullanır, canım istemiyor der ve konu kapanır 🙂  Yetişkin insanda can yine iş başındadır bu kez canım istemiyor söylemi bu kadar açık ortaya çıkmaz: Sıkıldım, beni tatmin etmiyor, bana göre değil, kendimi bu konuda yıpratmak istemiyorum, ağrılarım var, evde olmayı seviyorum, iş ortamını sevmedim, okuyup da ne olacam bak adama nasıl para kazanıyor, hiççççççç  kendimi yoramam beni alacak adam bana baksın, keşke babam olsaydı da ben bunları yaşamasaydım, coğrafya kader işte, adamlar hayatını yaşıyor, zaten ölmeyecek miyiz, yapardım ama hastalığım (Ciddi hastalıkları kastetmiyorum)  izin vermiyor, ya ben yapmak istiyorum ama çocuklarım küçük, eşim izin vermiyor, bakmam gereken insanlar var…

Liste uzar, görünürde ifadeler hep farklı olsa da içten bağıran ses şunu der : Canım yapmak istemiyor!!   Tamam,  yapma o zaman dersiniz, ama o sesin sahipleri ya da bizler diyelim şunu deriz, ama olur mu , öyle hiç mutlu değilim, hayatımdan memnun değilim, böyle olmasın istiyorum. Peki, yap o zaman deriz, nasıl yapabilirim ki diye başlayan cümleler uzar gider. Nasıl adlandırırsak adlandıralım kısaca asıl meseleye girerek buna bahane bulmak derim. Özellikle değişmek, gelişmek ve bulunduğumuz yerden/konumdan/ durumdan gitmek istiyorsak (bedenen, ruhen , duygusal…) tam da o yapmak istemediğimiz , yapmaktan kaçındığımız şeyleri yapmamız gerekir. Asıl değişim, iyileşme, büyüme, olgunlaşma burada ortaya çıkar.  Geçenlerde bir danışanım geldi, bana saygı duymuyorlar, beni yok sayıyorlar, buna tahammül edemiyorum dedi ve o süreçte kendine saygı duymadığını düşündüğü insanlarla yaşadığı bir olayı anlattı. Olaya burada girmicem, ancak kendini o kadar suçlu hissediyordu ki, ben bunu hak edecek ne yaptım diyordu. Olayı dinleyip kendisine tekrar ifade ettiğimde fark etti ki, aslında kendisini yok sayan insanlara ben buradayım, beni görün demiş, yaptığı ve söylediği şeylerle. ve sonuç olarak bir gerginlik, uzaklaşma oluşmuş; ama bir yandan da o istediği şey için bir adım atmış. Bunu fark ettiğinde çok mutlu oldu. Aslında istediği şey için bir bedel ödemesi gerekiyordu ve çoğu zaman o bedelleri ödemekten kaçındığımız için,  ister dururuz eyleme geçmeden. Bedeller bazen ağır olur bazen hafif, burada hesap kitap yapıp bedellerin mi ağır isteklerimizin mi ağır olduğunu belirleyecek olan kişinin kendisidir.

Kişisel ve profesyonel görüşüm şu yöndedir ki kendi hayatı üzerinde emek harcayıp bedel ödeyen insanlar ağaç misali serpilir gider, tohumları da etrafa yayılır ve kendilerinden küçük birer orman yaratırlar;  bedel ödemek istemeyen kişiler ise ağacın köküne dolanan sarmaşık misalidir, konforludur, güvendedir, belki ağacın gölgesinden, dikeninden rahatsız olur ama rahatsızlığını gidermek için söylenmekten başka bir şey yapamazlar.  Olay insana gelince sarmaşıktan farkı hareket edebilme yeteneğidir, o sarmaşığı oraya biri ekmiştir, ağaca yaslamıştır hatta sarmıştır ağaçtan destek alsın diye. Belki insan olarak bizi de birileri tutup bir şeylere maruz bırakmıştır, engellemiştir, seçimlerimize saygı duymamıştır, zorlamıştır ama insan olmanın doğası gereği insan hareket edebilir, bedenen, zihnen, duygusal olarak, ruhsal olarak. Bedenin bir evden çıkamadığında hayallerin dünyanın öteki ucuna gezintiye çıkabilir,  kendini hazır hissettiğinde bir bütün olarak da o hareketini /hayalini gerçekleştirebilir

Bazı insanlarda bu durum tersi şekilde görünür, derler ki çocuğum için şunu yapıyorum, kaynanam için saçımı süpürge ettim, kocam bir türlü alkolü bırakmıyor, kardeşim bana bunu diyor, patronum bana bunu yapıyor, onun değişmesini istiyorum, bunun bunu yapmamasını istiyorum, ben bunu hak edecek ne yaptım… Yine bir liste bu sefer görünürde birileri için çırpınan insanlar vardır, onun mutlu olmasını istiyorum, onun güçlü olmasını istiyorum, … Dikkat edin diğerinin değişmesini , bir şeyler yapmasını istiyordur, yine kendisi bir şey yapmak istemez.

Uzun lafın kısası bir insan kendi dışında bir şeyi değiştiremez, değiştirmemeli de, katkı sağlayabilir ama kendi yükünü taşımaktan sorumludur, kendi yükün başkasının yükünden ağırdır, çünkü senin sırtındadır, başkasının yükünü elinle desteklersin her ne kadar hepsini sen taşıyormuş gibi görünsen de, dolayısıyla kendi yükümüzü ( sorumluluklarımızı ) alıp harekete geçmeliyiz, iyi olmak, gelişmek , mutsuz olduğumuz hayatımızı değiştirmek istiyorsak.

Yok ben hayatımdan memnunum, hiçbir sıkıntım yok diyen için diyeceğim bişey yok, memnunsan devam; lafım memnun olmayıp bişey yapmak istemeyene. Diyoruz ki ya yapmak istemediğin şeyi yap ya da sus 🙂  Konuşmak sadece konuşmak her seferinde midene dokunan yiyeceği yiyip,  gidip kusup sonra bu yiyecek bana dokunuyor demene benziyor. Ya yeme ya da bulantıya laf etme 🙂

Yapmak istemediğimizi yapmaya başladığımızda, değişim de başlar. Bazıları bu yazıyı okuyunca diyordur ama içimden yapmak gelmiyor, canım istemiyor, hiç enerjim yok, hiç motivasyonum yok…. Evet yine de, bununla birlikte o şeyi yaparsak, yapmak için harekete geçersek yol alabilir, gelişebiliriz.

Bugün içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu, hiç enerjim yoktu, hatta çok negatiftim, yazı yazmak bile gereksizdi, çünkü yazılmış olanı yazacaktım, emindim birileri daha önce bu konuda çok şey yazmıştı, ama yine de yazdım, kendime rağmen, canıma rağmen. Sonuç mu ? Hafifledim, gittiğim yolda bir adım daha atmış oldum kendi yüklerimle birlikte.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!