Öz’den gelene güven

Fotoğraf çekmek yazı yazmaya benzemiyor 🙂 tavus kuşu da bizim bahçeden.

Kendimi özgüvenli hissetmiyorum, ortamlarda hep sessiz kalıyorum, kendimden utanıyorum vs. vs. vs. Uzayıp giden bir liste, çoğumuz sadece ergenlik dönemine özgü bir şey sansak da birçok yetişkin ya da daha ileri yaşta olan birçok insanda da hala bu sorun mevcut görünüyor. Bazen açıkça dile gelmez ama vücut duruşu ve davranışlar ele verir, bazen de aşırı uyumlu davranışlar kendini gösterir bazen de aşırıya kaçmış her şey giyim, makyaj, araba, konuşma vs. ben burdayım diyerek bağırır. Bir ortamda sessiz kalıp konuşamayanla sürekli beni görün ben ne kadar mükemmelim, ben her şeyi bilirim, en iyisini ben bilirim diyen arasında da bir fark yoktur görebilen açısından. Her iki şekilde de kabul edilmeye dair endişeler ön plandadır. Özgüven basit bir olgu değildir, yetiştiğin aile, büyüdüğün ortam, girdiğin ortamlar vs. birçok faktör etkiler. Günümüz çocukları ve gençleri için bu ortama bir de sanal dünya girince işlerin daha da zorlaşmaya başladığını düşünüyorum. Çünkü görünürde o kadar ‘mükemmel’ kişiler var ki, asla onlar gibi olamayacağı için toptan var olamayan birçok kişi var. Daha başlamadan bitiren. Nasıl yetiştirecem ki, nasıl yapacam ki …. diyerek.

Konu derin, sebepler çok, düşünsenize kendinize güvenmenizi etkilemek için yoldan geçen birinin attığı bir laf bile yeterli olabilir, hiç tanımadığınız birinin bir yorumu ya da daha ciddi boyutta ebeveynlerinizin sizin hakkınızda söyledikleri: Senden bir cacık olmaz, yine bu işi de batırırsın vs.

E şimdi bu kadar etkiye açık olan bir şey nasıl toparlanır, var mı bunun ilacı, mucize bir yolu . Bilmiyorum mucize yolunu, ilacını.  Bildiğim bir yol var, gelip bakmak isterseniz onu tarif edeyim.

Şimdi düşünün ki bir eviniz var, sıradan bir ev, hani filmlerde pek olmayan cinsten, iki oda bir salon, klasik Türk aile evi, ufak bir alan var ön tarafta, bir iki de ağaç vs. olsun. Kendi içince şirin bir ev, e tabi evin içinde yaşayanlar da var mutlu mesut halinden memnun. Evin içi uykudan kalktığınız gibi dağınık, hiç de temizlememişsiniz, birkaç günlük bulaşıklarınız duruyor, alışveriş de yapmamışsınız, Pazar market vs. gitmemişsiniz, tek sorun parasızlık değil, zaman ayırmamışsınız. Bir şekilde günü kurtaracak kadar bir iki tabak bir şey çıkarmış, uyuyacak zaman yatağın üstündekileri itelemiş ve geçip uyumuşsunuz. Genelde de telefon, televizyon, komşu kadınlarla kahve, muhabbet, ya da erkekseniz kahvedeki arkadaşlarla oyun vs. derken zaman bunlarla geçmiş. Bu arada komşunun evi de çok havalı, tavukları da kaz misali sizinkilerden hallice olsun. İçiniz gitsin onlarınkine. Ne güzel evi var, e tabi benim de böyle bir evim olsa ben de düzenlerim, tertemiz yaparım deyin arada da . Sizde olmayan ne varsa diğer kişilerde olsun. Ha bir de bir anda size misafir gelsin, bizim kültürde çokça yapılır çat kapı, malum her an herkesi karşılamaya hazır bir şekilde evde bekliyoruz ya, neyse işte misafir gelsin size. Ne hissedersiniz??

Dağınık olan eve gelen misafirlerinizi, bir özgüven, bir rahatlık, bir kendinden emin tavırlarla karşılayıp evde olmayan yiyeceklerle acaba ne ikram etsem düşüncesi olmadan ağırlar mısınız? Ya da fazla özgüvenle(!) ben rahatım, beni bilen bilir kasmaya gerek yok deyip, yerdeki dağınıklığı ayaklarınızla uzaklaştırıp birlikte rahatça oturur musunuz? Ya da kaygılanıp eyvah, ne yapacam, ne yedirecem,  şu evin haline bak, ne diyecekler hakkımda kim bilir mi diyeceksiniz? Tabi cevaplar çeşitlendirilebilir ama derdimiz cevabın nasıl olacağı değil. Aklımızdan zorumuz yoksa birçok insan gibi hazırlıksız olmak bizi rahatsız edecek, bazen kaygılandıracak, bazen kızgın hissettirecek ama temelde de kendimizi rahatsız hissedeceğiz ve bu rahatsızlık her şeyimize yansıyacak. Buradaki evi kendiniz olarak düşünün. Bir metafor olarak kullanıyorum, bakım yapmadığınız evle kendinizi nasıl ki rahat hissedemezseniz, kendinizi de özgüvenli hissedemezsiniz.

Şöyle devam edeyim, ev size ait, belirli sınırları var, yani iki oda demiştik, alanı belli, onu 3 odalı yapamazsınız belki, ya da küçük alanı var diye hayıflanıp filmlerdeki gibi büyük bir ev de olmaz, yani kendi sınırları içinde bakımını yapıp olabileceği en iyi hale getirirsiniz, derleyip toplayıp, imkanınız ölçüsünde alışveriş yaparsınız.  Eviniz olduğu haliyle iyidir ve herhangi biri geldiğinde evden kaynaklı bir rahatsızlığınız olmaz. Ha tabi evimiz derli toplu diye her geleni de alacak değiliz, sınırlar ayrı bir yazının konusu olsun. Ama ev hazır.

Şimdi gelelim bize. Öz güvenimize. Adı üzerinde, özden gelen, bize ait olanla ilgili özgüven meselesi. Sende olanı açığa çıkarıp parlatmanla ilgili. Kabul etmenle, barışmanla, hayatına dahil etmenle, geliştirmenle. Sana ait olanı en iyi hale getirmenle. Komşunun tavuğuna bakıp iç geçirmek yerine kendi tavuğuna yemek artıklarını dökmekle, komşunun evine bakıp iç geçirmek yerine kendi kapının önünü süpürmekle ilgili.

Kendinde ait olana bakım yapmakla ilgili. Akşama kadar yatıp başkalarının hayatını izlemeyle özgüven gelişmez. Ama mesela bisiklet sürmeyi merak ediyorsan ve hiç sürmediysen ama sürmek için adım atmaya başladıysan özgüvenin de gelişir.

Mesela yemek yapmayı bilmiyorsun ve merak ediyorsun, kendi başına bir makarna denediğinde özgüvenin gelişir.

Ya da matematik yapamıyorum diyorsun kendime hiç güvenmiyorum, gidip basit düzeyde bir matematik kitabı alıp çok temel düzeyde sorular çözebildiğini gördükçe özgüvenin gelişir.

Arkadaşın Fatma çok güzel İngilizce konuşuyor, ülkeler geziyor, sen ona bakıp tabi ya zaten o çok rahat ben de onun yerinde olsam ben de konuşurum diyerek değil de ya ben de merak ediyorum şu dili, şu ülkeyi, nerden başlasam deyip bu işi araştırmaya başlarsan gelişir.

Özgüven dediğimiz şey bir tavus kuşunu kuğu yapmaz, zaten öyle olmamalı da, tavus kuşu tavus kuşuluğundan memnun olsun, kuğu da kuğuluğundan.

İstediğin kadar kitap oku, ayağa kalkıp bir şey yapmadıkça hiçbir şey gelişmez.

Ya da sürekli bir şeyler yapıp yaptığın şeyin anlamını anlamadıkça yine gelişmez. Hem düşüneceğiz hem hareket edeceğiz, ikisi aynı anda olacak, yoksa komşunun evine bakıp, iç geçirip çekirdek çitlemeye devam edersek akşama yiyecek yemeğimiz olmaz, giyecek çamaşırımız. Burada herhangi bir cinsiyetten bahsetmiyorum, kadın/ erkek fark etmiyor, ev herkesin evi, yemek herkesin karnını doyuruyor. Şunu da ekleyim, hadi daha dengeli olsun, bir erkek düşünün, işine gidiyor ama aklı hep bir arkadaşının pahalı arabasında, havalı giysilerinde, iç geçiriyor, ondaki araba, ondaki para bende olsa ben de özgüvenli olurum diye düşünüyor olsun. Ona da cevabım otur işini yap, başkasına değil kendine odaklan. Kendi çapında kendini geliştir. Belki yaptığın iş sana ait değildir, belki potansiyellerin çok başkadır, bunları harekete geçirmenin yolu diğer adamın sahip olduklarına bakıp iç geçirip bir bira içmek değil, kalan bütün zamanlarında var gücünle yaşamak istediğin hayal için çalışmaktır. Erken kalkıp bir beceri edinmek mesela.

Evet şimdi herkes üzerine düşeni aldığına göre dağılabiliriz 🙂

Özümüzde olan bize ait olan kıymetli ve gerçek. Çok gezen mi bilir çok okuyan mı bilmem ama hem okuyup hem gezen (harekete geçmek anlamında kullanıyorum) kendine güvenli olur, bunları yapmadan özgüvenli olmaya çalışanlar özgüvenliyMİŞ gibi olur.

Ev metaforuna dönecek olursam eğer, paramız varsa (Şans olarak düşünün) evimizi değiştirebiliriz; ancak aynı şeyleri orda da yapmaya devam ettikçe aklımız hep almadığımız evde kalır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!