Gülbahar MENEVŞE Blog

Fark ettim ki…

Psikolog Gürdal GÖRHAN’a saygıyla…

Adana’ da şiddetli bir rüzgar, ara ara serpiştiren yağmur bende yıllar önce dinlediğim bir şarkıyı çağrıştırdı. Şarkının adı Bir Nehir ki Ömrüm, Tuncay Akdoğan’a ait bir şarkı, sonra onu açıp dinledim ve bugün bu şarkıyı dinlerken hissettiğimle yaklaşık 14 yıl önce hissettiklerimin aynı şeyler olmadığını fark ettim. İçinde bulunduğum durumdan mı, ruh halimden mi ya da başka sebeplerden mi bilinmez, o zaman bu şarkı bana ölümü hissettirmişti. Şöyle bir şiirle başlıyordu şarkı:

Sonra fark ettim ki

Su akıyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor

Her şey yine ve aynı şekilde oluyor

Öyle bir yere geldim ki sıcak ve soğuk, aşk ve nefret, savaş ve barış üşümek ve sonra ısınmak gibi

Gitsem ayrılık olur, kalsam çöl

Gidersem bende hasret olur ve belki beni sevenler de özler ama

Anladım ki özlemden kimse ölmüyor, ama ben ölüyorum

Nefes alıyorum, önemsiyorum ve gitmek istiyorum

Anladım ki hasret yeni bir aşka kadar sürüyor

Sevdiklerim ve beni sevenler

Bağışlayın su akıyor ve ben gidiyorum…

 

Devamını yazmıyorum bu kısmı ilk zamanlar niyeyse bende ölümü çağrıştırmıştı, bir yerden gitmek, sevdiklerinden ayrılmak ölmek gibiydi. Bugün bunu dinlerken şunu fark ettim, insanın ait olmadığını hissettiği yerden gitmesi ölüm değil yeni yaşamın başlangıcı, suyun akması umudun varlığı, gitmek ise sağlam bir eylem, cesaret gerektiren, kendini ortaya koyduğun. Bu gitme her zaman fiziksel olmayabilir, bazen düşünce olarak gidersin bazen duygu, bazen ise fiziksel. Gitmek arda kalanı üzse de kalana da gitmesi için bir neden verir diye düşünüyorum.  Aynı yerde kalıp cebelleşmek aslında insanı sinsice öldüren pasif bir eylemken , gitmek ise sağlam bir başkaldırış.

Bugün çok sevdiğim bir insandan söz etmek istiyorum, bugün emekliye ayrıldı çalıştığımız kurumdan, aslında gitti demem daha doğru olur, emekli olmak elini eteğini çekmek demektir meslekten, o ise mesleğini eline alıp geriye kalan şeyden elini eteğini çekip kendi yoluna çıktı. Hayatımda gerek insani gerek mesleki olarak hep yanımda hissettiğim bir abimdi, benim hayatımdaki yeri çok kıymetli. Bazı insanlar çoğunluk tarafından sevilmez, çünkü doğruları vardır, her doğrunun da yanlış yanları vardır, kimse dümdüz doğru değildir, eksik gedik birçok yönümüzle insanız. Bu abimiz çalıştığımız süre boyunca birçok noktada dik durdu ve bunu yaparken yaptığı çoğu şeyde kendiyle ilgili bir durum yoktu, tamamen mesleğini korumak adına duruşlardı, kendi adıma onunla çalışmak bana hep iyi geldi. Duruşu ve değerleri olan bir insandı. Kendiyle barışık, eksiklerinin farkında ve sürekli kendine bir şey koyan bir insan. O bugün giderken bende hüzün var biraz, birçok noktada oturup sohbet ettiğim, tanıştığımız ilk günden beri hayatımda etkisi olan içten, samimi ve her şeyden öte kendini olduğundan farklı göstermek yerine olduğu gibi ortaya koyan bir insan.  Onunla sohbetlerimizi özlicem, tabiki oturup yine görüşeceğiz ama aynı mekanı paylaşmak çok daha farklı. Yıllar önce Ankara’ya mezun olduktan sonra tekrar gittiğimde aynı burukluğu hissetmiştim, orası benim bildiğim Ankara değildi, orda kendimi oraya ait hissettiren insanlar yoktu. Şimdi burada da o kişi kendi yoluna gidiyor, bir yanım buruk, bir yanım onun için sevinçli. Geç bile kaldı diyorum, ben de olsam ben de giderim. İnsanın anlaşılması için etrafında bulunan kişilerin de aynı düzeyde değerlerinin olması gerekir, değerlerin farklı olduğu ortamlarda sizin değerinizin farkında olmamaları sizinle ilgili olmuyor, bu durumda yapılacak en güzel şey değerlerinin örtüştüğü yere gitmektir, o yüzden gitmek zordur ciddi cesaret gerektirir. Bazen kalanlar gidenlerin kaçtığını düşünür, korktuklarını ama asıl korkan gidemeyenlerdir, içten içe azıcık konfor için şekilden şekle giren kendileridir.

Dün yürüyüş yaparken bir genç bir orta yaşlı iki adam gördüm, otların arasından bir şey topluyorlardı, merak ettim, sonuçta hep yürüdüğüm yer, ne topluyorsunuz diye sorduğumda ‘körmen’ dediler. ‘Bu yeşil soğan gibi yeşil sarımsak gibi bir ottur , biz bunu bulgur yemeğine koyarız, biz Osmaniyeliyiz, bizde çok yenir bu, sizde yenmez mi?’ dediğinde ilk kez görüp duyduğumu söyledim, daha doğrusu bilmediğim bir şey olduğu için ben onu normal ot sanmıştım, biz Adanalılar, en azından ben, benim yakın çevremde hiç duymadım, buradan da pek bilen yok ki şimdiye kadar kimsenin pek topladığını görmedim. Şunu hissettim, bir ot bile bilinmediği yerde değer görmüyor, kaldı ki insan mı? O insana gereken değerin verilmesi için o insanın bilindiği, değerlerinin örtüştüğü yere gitmesi gerekir.

Gitmek güzeldir, artık bana ölümü değil yaşamı hatırlatıyor, gitmeliyiz, ait olmadığımız ne varsa, kendimizi ait hissettiğimiz yerlere. Bazen bu sevmediğin, rahat hissetmediğin bir kabanı giymeyi bırakmak olur, bazen çok haz etmediğin bir insanla sırf nezaketen olan görüşmeyi kesme olur bazen bir mekan değişikliği bazen de kendinde sevmediğin bir alışkanlığı bırakmak olur.

Demem o ki gidenler kalanlara hem hüzün hem de cesaret bırakır, yolunuz açık olsun, değerlerinize uygun yaşantılar yaşamanız dileğiyle, güle güle gidin, gerçekten güle güle…..